BİR @meeltemm.kurt HİKAYESİ
BİR TARİH ŞEHRİ ; ESKİŞEHİR
Eskişehir; tarihe tanıklık eden sokaklarıyla, gondol sefalarının olduğu Porsuk Çayı’yla bir çok müzeye ev sahipliği yapmasıyla hep merak ettiğim bir şehir olmuştur. Bu yüzden eşimle beraber iki günlük bir Eskişehir rotası oluşturduk. Tabii ki bu rotayı oluştururken hızlı treni de deneyimlemek istedik. Trenimiz 06.30’da Pendik’ten hareket edecekti ve biz Avrupa yakasında olduğumuz için bir hayli geç kaldık. Trenin kalkmasına 5 dakika kala zor da olsa yetişebildik. Bundan bir yıl önce Marmaray’ın YHT istasyonları olmadığı için maalesef Pendik istasyonuna gitmek zorunda kalmıştık. Ama şimdi Marmaray’ın Pendik haricinde Bakırköy, Bostancı, Halkalı ve Söğütlüçeşme duraklarından da rahatça hızlı trene ulaşılabiliyor. Farklı bir deneyim olduğu için ben de kesinlikle tavsiye ederim.
Eskişehir Gezilecek Yerler yazımıza buradan göz atabilirsiniz.
Tren yolculuğu yaklaşık iki buçuk saat sürüyor. Bu sürenin sonunda Eskişehir istasyonunda indik. Biz iki günlüğüne gittiğimiz için sırt çantalarımızla yola çıkmıştık. Bize büyük bir kolaylık sağladı ve hemen şehri keşfetmeye başladık. Önce tabii ki de kahvaltıyla başladık. Bunun için daha önce bir tavsiye almamıştık. Biz de google’da ilk sırada çıkan “Doyuran Kahvaltı Salonu’nu” tercih ettik. İlk gittiğimde fazla salaş olduğundan pek ısınamamıştım. Sanırım çok erken saatlerde gittiğimiz için öyle geldi. Daha sonra önünde kuyruk oluşmaya başlayınca Eskişehir’de çok meşhur olduğunu öğrenmiş olduk. 🙂 Kahvaltısı öyle çeşit çeşit olup lezzetsiz olandan değil tam tersine klasik bir kahvaltı ama çok lezzetliydi. Özellikle menemenleri çok iyiydi. Yolu düşenlere gitmelerini öneririm.
Daha sonrasında Odunpazarı bölgesini gezmeye başladık. Tarihi cumbalı evleriyle Odunpazarı gerçekten çok güzel bir yer. Osmanlı tarzı yapılar günümüzde de korunmuş. Bir kısmı restore edilmiş bir kısmı da hâlâ restore aşamasındaydı. Kesinlikle Eskişehir’in en turistik yerlerinden biri diyebilirim.
Biz bir resmi tatilde gittiğimiz için her yer tur otobüsü ve öğrenci doluydu. Bu yüzden tadını çıkararak gezmek istiyorsanız kesinlikle daha uygun bir zamanda plan yapmanızı tavsiye ederim. Gerçekten haddinden fazla kalabalık oluyor. ilk gün Odunpazarı bölgesinde dolaştık. Gidilebilecek bir çok yer o bölgede toplandığından her yer yürüme mesafesindeydi. Gittiğimiz ilk yer Atlıhan El Sanatları çarşısıydı. Adından da anlaşılacağı üzere bir konaklama yeri olarak inşa edilmiş tarihi bir yer. Bir diğeri Lüle taşı müzesiydi. Turistik olarak çok büyük bir öneme sahip. Lüle taşından yapılan bir çok eşya sergileniyor. Hediyelik olarak alabileceğiniz de bir sürü eşya var. Ayrıca ücretsiz olarak gezebilirsiniz. Daha sonra Türkiye’nin ilk cam sanatları müzesi olan Çağdaş Cam Sanatları müzesine gittik. Burada misafirler için ayrılan özel bölüme oturarak camın nasıl şekil aldığını izleyebilirsiniz. Yine bizim için farklı deneyimlerden biriydi.
Eskişehir’de gezilmesi gereken bir diğer yer Kurtuluş müzesidir. Mestanoğlu Halil Paşa konağı restore edilerek müze haline getirilmiş. Tabii bu konağın seçilmesinin bir nedeni var. İnönü savaşlarından İsmet Paşa’nın burada konaklamış olması buranın müze yapılmasında etkili olmuş. Müzenin Strateji Odası, Gösteri Odası diye bir çok bölümü var. Müze hakkında da kısa bir bilgi almak isteyenler belediyenin sitesinden ulaşabilirler. Zaten gezerken de ayrıntılı olarak her şeyi görebilirsiniz. Gazete küpürleri, yazışmalar, o döneme ait fotoğraflar size bir çok bilgiyi sunuyor. Ayrıca müzede bir belgesel tadında kısa bir gösterim de sunuluyor. Eğer ”Kuruluş” filmini izlediyseniz bu müze sizi fazlasıyla etkileyebilir.
Sonrasında yorgunluğumuz atmak için Porsuk Çayı kenarına gittik. Sakarya ırmağının bir kolu olan Porsuk çayı şehrin tam ortasından geçiyor ve bu yüzden burası şehrin en hareketli noktalarından biri. Etrafında oturabileceğiniz bir çok kafe var. Ayrıca çayın kenarında da oturabilirsiniz. Akşam üzerine doğru daha da güzelleşiyor diyebilirim. Burada biraz vakit geçirdikten sonra otele döndük. Konaklamak için Odunpazarı bölgesinde çok güzel oteller var. Orayı da tercih edebilirsiniz.
İkinci günün sabahında ilk gün yoğunluktan dolayı giremediğimiz Balmumu Heykel müzesi için erkenden Odunpazarı’na gittik. Erken saat olmasına rağmen yine de sıra vardı. Ama neyse ki bu sefer kısa bir bekleyişten sonra içeriye girebildik. Başta Mustafa Kemal ve ailesi olmak üzere sanattan spora ve siyasete kadar bir çok ünlü ismin heykelini görebilirsiniz. 2013 yılında açılan müzede 200 tane heykel bulunuyor. Heykellerin büyük bir kısmı da Yılmaz Büyükerşen tarafından yapılmış. Dünyanın pek çok ülkesinde bulunan Madam Tussaud müzesinin Türkiye’deki ilk örneği olma özelliği taşıyor. Büyük bir emekle oluşturulan bu müze de görülecek yerler arasındadır.
Buradan sonra da tekrardan Porsuk Çayı kenarına gelerek gondolu da deneyimlemek istedik. Fiyat olarak gayet uygundu. Tabii yoğunluktan dolayı yine biraz sıra bekledik. Ama sonrası gayet keyifliydi. Bir diğer durağımız Sazova Parkı’ydı. Buraya Odunpazarı’ndan kalkan otobüslerle gidiliyor. Park oldukça büyük bir alan üzerine kurulmuş. Bahçesi ailecek vakit geçirmek için harika bir yer. Özellikle parktaki Masal Şatosu fazlasıyla popüler bir yer. İnsanlar içine girmek için uzun kuyruklar oluşturuyor. İçerisi çocuklar için tasarlanmış. Dış yapısı oluşturulurken de ülkemizdeki bir çok kuleden esinlenilmiş. Galata, Kız kulesi, Topkapı sarayı, Çan kulesi, Yivli kulesi bunlardan bazılarıdır. Masal Şatosu’nun en üstünde de parkı panoramik olarak gören bir seyir terası var. Gerçekten manzara o kadar merdiven çıkmaya değiyor diyebilirim. Biz daha çok gölün çevresinde vakit geçirdik.
Burada birkaç saat vakit geçirdikten sonra tekrardan şehir merkezine döndük. Eskişehir’de son saatlerimiz olduğu için buranın meşhur lezzetlerini tatmak istedik. ilk önce Çi börekle başladık. Herkes çiğ börek olarak lelaffuz ediyor ama ”Çir” kelimesi yağ anlamında kullanılıyormuş. Zaten yapılırken de yağda kızartıldığı için zamanla Çiğ börek olarak adlandırılmış. Biz Eskişehir’in en meşhuru olan Papağan Çi Börek’te yemeyi tercih ettik. Gerçekten çok lezzetliydi. Sonrasında oranın bir diğer meşhur yemeği olan Balaban köfteyi denedik. İlk olarak 1938 yılında Vardar İş Merkezi’nde açılmış. Biz de bulmakta biraz zorlandık. Göz önünde bir yer olmamasına rağmen içerisi fazlasıyla kalabalıktı. Tabağın alt tarafında iskenderde olduğu gibi tereyağlı ekmek ve salçalı bir sos üzerinde de ütüyle basılarak yapılan köfteler var. Bir belgeselde izlediğim kadarıyla sosunu oluşturmak için bir çok deneme yaptıklarını söylediler. Bu yüzden bu sosu çok özelmiş. Sindirmesi biraz ağır olsa da tadılması gereke bir lezzet diye düşünüyorum.
Artık yemeği de yediğimize göre dönüş yoluna geçebiliriz. Yürüyerek tren istasyonuna gittik ve tekrardan İstanbul’a döndük. Bu yazı okuyanlar için umarım bir rehber olur. Sizlerle deneyimlerimi paylaşmaya çalıştım. Siz de yeni yerler için bir adım atın. 🙂